16 Mart 2010 Salı

Önsöz

Son birkaç senedir gösterimde olan pek çok filme baktığımızda, senaryolarında işlenen ortak konulardan biri dikkatimizi çekmektedir. Bu filmlerde gerçek olarak kabul edilen, varlığına mutlak olarak inanılan dünya hayatı sorgulanmakta; rüyalarda oluşan ya da simülasyon gibi yapay sinyallerle oluşturulan ortamların ne kadar gerçekçi olabileceği vurgulanmaktadır.

Matrix (The Matrix), Matrix 2 (The Matrix Reloaded), 13. Kat (The Thirteenth Floor), Haşin Krallık (Harsh Realm), Vanilya Gökyüzü (Vanilla Sky), Gerçeğe Çağrı (Total Recall), Truman Şov (Truman Show), Tuhaf Günler (Strange Days), Gizemli Şehir (Dark City), Aç Gözünü (Open Your Eyes), Frekans (The Frequency), Varoluş (Existenz), Tek (The One) gibi pek çok film ve dizide, insanların neyin gerçek neyin hayal olduğu hakkında ne denli ciddi bir yanılgı içinde olabilecekleri konusu işlenmektedir.

Ayrıca bu filmlerde şimdiye kadar sadece bilimsel olarak ortaya konmuş birtakım yorumların, hayatımızı nasıl etkileyebileceği canlandırılmakta ve insanların bu konuda daha derin düşünmeleri sağlanmaktadır. Örneğin Matrix filminde şu ifadeler yer almaktadır:

Gerçek nedir? Gerçeği nasıl tanımlarsın? Eğer hissedebildiğin, koklayıp, tadıp, görebildiğin şeylerden söz ediyorsan, "gerçek", beyne iletilen elektrik sinyallerinin yorumlanmasıdır.

Bilimsel izahlara dayanarak yapılan bu filmlerin, tüm dünyada milyonlarca insanın ilgisini çekmiş olmasının en önemli sebeplerinden biri, kuşkusuz insanların artık dış dünyanın gerçekliği konusundaki ön-kabulleri sorguluyor olmalarıdır.
Filmlere konu olan bu ifadeler, geçmişte pek çok felsefecinin ele aldığı konular olmasına rağmen, 20. yüzyılın son yıllarına kadar gereken önemi görmemişti. Ancak bugün bilim, bu kitaba konu olan izahların artık felsefi birer görüş değil, bilimsel gerçekler olduğunu ortaya koymuştur.

Yakın zamana kadar sessizlik içinde değerlendirilen maddenin aslına ilişkin gerçekler, 10 seneyi aşkın bir süredir, çeşitli kitaplarımızda bilimsel ispatlarıyla yer almıştır ve halen de önemle gündemde tutulmaya devam edilmektedir. Bu konuya, Hayalin Diğer Adı: Madde, Zamansızlık ve Kader Gerçeği, Sonsuzluk Başlamış Durumda, Gerçeği Bilmek, Kuledeki Küçük Adam, Farz Edelim Madde Var Yine Hayali Seyrederiz, Maddenin Ardındaki Sır kitaplarında özel olarak yer verilmiştir. Bu kitapların yanı sıra başta Evrim Aldatmacası kitabı olmak üzere pek çok kitabımızda, "UYARI!" giriş yazısıyla özel bir bölüm ayrılmıştır. Ayrıca www.harunyahya.org, www.maddeninardindakisir.com, www.belgeseller.net sitelerinde, "Maddenin Ardındaki Sır" ses ve video kasetleri ile CD'lerinde de bu konular, bilimsel izahlar ve çarpıcı anlatımlarla gözler önüne serilmiştir.

Bu eserler Hindistan'dan Amerika'ya, İngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna Hersek'e, İspanya'dan Brezilya'ya kadar dünyanın pek çok ülkesinde beğeniyle okunmaktadır. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Kazakça, Azerice, Boşnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Farsça gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt dışında geniş bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmektedir. Dünyanın dört bir yanında olağanüstü takdir toplayan bu eserlerin, Türkiye sınırları dışında uyandırdığı yankılar da her geçen gün artmakta; pek çok insan bu kitaplarda değinilen konuları, anlatım şeklini örnek almaktadır.

Nitekim bugün tüm dünyada büyük yankı uyandıran Matrix ve Matrix Reloaded filmleri de, filmin içerdiği maddenin aslına ilişkin yorumlardan ötürü olağanüstü ilgi görmüştür. Evrim Aldatmacası kitabımızın İngilizce olarak basılmasıyla birlikte, bu kitap Matrix filminin senarist ve yapımcıları olan Andy ve Larry Waschoski'nin eline ulaşmıştır. (Nitekim kendileri de kitabın ellerine geçmesinden duydukları memnuniyeti ifade etmişlerdir.) 10 seneyi aşkındır önemle üstünde durduğumuz bu konunun etkilerini, bugün pek çok filmde, TV kanalında, gazete-dergilerde ve 1000'i aşkın internet sitesinde görmemiz mümkün…

Bu kitapta, insanları etkileyen ve birtakım gerçekler üzerinde düşünmeye sevk eden filmlerden bazı bölümlere, ayrıca daha evvel kitaplarımızda yer alan ve söz konusu filmlerdeki anlatımlar ile büyük bir benzerlik gösteren izahlara yer verilecektir. Böylece bir kez daha gözler önüne serilecektir ki; bu kitaba konu olan açıklamalar tüm dünyaca kabul gören kesin bir bilimsel gerçeği tarif etmektedir ve kişilerin itiraz etmesi, kabul edip etmemesi maddenin aslı konusundaki gerçekleri değiştirmeyecektir.

Giriş

KOPYASINI İZLEDİĞİMİZ HAYATIMIZ

Şu anda elinizde tuttuğunuzu düşündüğünüz bu kitap, yazı ve resimleriyle, parlak ve canlı renkleriyle, aslında beyninizde seyrettiğiniz üç boyutlu bir görüntüdür... Kitabın kapağına elinizi sürdüğünüzde hissettiğiniz altın yaldızlı kabartmalar da, aynı şekilde beyninizde dokunduğunuz kitaba aittir...

Kitaba baktığınızda kitabın sayfalarından yansıyan ışık, gözünüzün retina hücreleri tarafından elektrik sinyallerine çevrilir. Optik sinirler aracılığıyla iletilen bu sinyaller, kitabın şekli, rengi, kalınlığı gibi özellikleri hakkında bilgileri beynin görme merkezine taşırlar. Burada yorumlanan sinyaller, anlamlı bir bütün haline getirilir; böylece kitabın görüntüsü sizin için, kafanızın içindeki karanlıkta yeniden inşa edilmiş olur. Dolayısıyla "gözümle görüyorum", "kitap karşımda duruyor" gibi ifadeler aslında gerçekleri yansıtmaz. Göz sadece kendisine gelen ışığı elektrik sinyaline çevirmekle görevlidir. Muhatap olduğunuz kitap görüntüsü de zannedildiği gibi sizin dışınızda değil, tam tersine içinizdedir. Dahası zihninizde oluşan bu görüntünün gerçekleri yansıtıp yansıtmadığından veya maddesel bir karşılığı olup olmadığından da hiçbir zaman emin olamazsınız.


Kitabın sayfalarının kayganlığını elinizde hissediyor olduğunuz için kitabı dışınızda zannedebilirsiniz. Oysa, dokunduğunuzu sandığınızda, aslında beyninizin içinde kitabın sayfalarını çevirir, beyninizin içinde sayfaların inceliğini, kayganlığını hissedersiniz.
Belki sayfaların kayganlığını elinizde hissediyor olduğunuz için kitabı dışınızda zannedebilirsiniz. Oysa, bu kayganlık hissi de, aynı görme algısında olduğu gibi beyninizde meydana gelmektedir. Derinizdeki sinirler uyarıldığında, bu uyarılar elektriksel sinyaller halinde beyne gönderilirler. Beyindeki dokunma merkezine ulaşan bu mesajlar dokunma, basınç, sertlik-yumuşaklık, sıcaklık-soğukluk gibi hisler olarak algılanır. Ve siz beyninizde, kitaba dokunduğunuza, kitabın sertliğini, sayfalarının kayganlığını ya da kapağındaki kabartmaları algıladığınıza dair hislere sahip olursunuz. Gerçekte ise, hiçbir zaman bu kitabın aslına dokunamazsınız. Dokunduğunuzu sandığınızda, aslında beyninizin içinde kitabın sayfalarını çevirir, beyninizin içinde sayfaların inceliğini, kayganlığını hissedersiniz.

Aynı durum diğer duyular için de geçerlidir. Titreyen bir gitar teli havada basınç dalgaları oluşturur. Bu dalgalar iç kulakta bulunan tüycükleri uyarır ve bu titreşimler elektriksel uyarılar şeklinde beyninizin ilgili merkezine gönderilir. Bu sinyallerin beyinde yorumlanması neticesinde ise, gitar sesi duyduğunuz hissini yaşarsınız.

Koku algısı da aynı şekilde beyninizde oluşur. Bir limonun kabuğundan çıkan kimyasal moleküller burundaki koku algılayıcılarını uyarır. Buradan elektrik sinyali olarak yorumlanmak üzere beyne iletilirler.

Kısacası tüm algıladıklarınız -gördüğünüz, duyduğunuz, tattığınız, dokunduğunuz ve kokladığınız şeyler- beyninizde size özel olarak tekrar oluşturulur. Dolayısıyla "etrafımdaki dünyayı algılıyorum" derken, zihnimizde oluşan kopya renklerden, şekillerden, seslerden ve kokulardan bahsederiz.


Dünyayı algılayış şeklimiz, "dışarıda", yani bedenimizin etrafında bir görüntü olduğuna bizi inandıracak mükemmelliktedir. Görüntülerde hiçbir kopukluk olmaksızın, sayısız detaydan oluşan, son derece parlak ve renkli bir dünya ile muhatap olmamız, bize algılar dünyasında yaşadığımız gerçeğini unutturabilir. Ancak tüm bu görüntüler gerçekte beynimizin içinde yaşanıp biter.

Dünyayı algılayış şeklimiz, "dışarıda" yani bedenimizin etrafında bir görüntü olduğuna bizi inandıracak mükemmelliktedir; ama içinde bulunduğumuz durumun gece gördüğümüz rüyalardan pek farklı bir yönü yoktur. Rüyalarımızda çevremizdeki olayların, seslerin ve görüntülerin farkında oluruz; hatta bedenimizin de... Düşünürüz ve muhakeme yaparız; korku, öfke, memnuniyet ve sevgi duyarız. Diğer insanlarla konuşur, onlarla aynı şeyleri gördüğümüzü düşünerek etrafımızdakiler hakkında fikir alışverişinde bulunuruz. Kısacası rüyamızda da çevremizde maddesel bir dünya olduğu izlenimine kapılırız. Ta ki uyanıp da yaşadığımızı zannettiğimiz şeylerin sadece zihnimizde yaşandığını fark edene kadar...

Uyanıp "herşey bir rüyaymış" dediğimizde ise, yaşadığımız deneyimin aslında fiziksel bir gerçekliğe dayanmadığını; tüm olup bitenlerin zihnimizde yaratıldığını ifade etmek isteriz. Uyanık olduğumuz zaman ise, dünyayı algılayışımızın fiziksel dünyada karşılıkları olduğunu varsayarız. Ancak uyanık olduğumuz zamanki deneyimlerimiz de tıpkı rüyada olduğu gibi zihnimizde yaşanmaktadır.

Uyanık olduğunuzu düşünmenizin sebebi, muhtemelen okuduğunuz bu kitabı elinizde tuttuğunuzu hissetmeniz, okuduklarınıza yorum getirebilmeniz, tüm olayların çok tutarlı bir şekilde devam etmesi gibi nedenlerdir. Fakat bunların tamamı -kitabı tuttuğunuz eliniz, sayfalarını çevirdiğiniz kitap, etrafınızda duran eşyalar, odanın içindeki konumunuz.- beyninizde seyrettiğiniz kopyalardır. "Şu anda uyanık mısınız, yoksa düş mü görüyorsunuz?" gibi bir soruyla karşılaşacak olsanız, cevabınız "elbette ki uyanığım" şeklinde olacaktır. Belki bu soruyu pek çok kereler rüyalarınızda da sorduğunuz olmuştur. Fakat bu soruya rüyanızda verdiğiniz cevabın -uyanık olduğunuz yanıtının- uyandıktan sonra yanlış olduğunu görmüşsünüzdür. Peki aynı yanılgıya şu anda da düşüyor olamaz mısınız? Şu anda da rüya görmediğinizin, hatta bütün hayatınızın bir rüya olmadığının güvencesini size kim verebilir? İşte tüm bunlardan dolayı, içinde bulunduğunuz dünyanın gerçekliğinden nasıl emin olabilirsiniz?

Kitabın ilerleyen sayfalarında bu gerçeklikten asla emin olamayacağımızı ortaya koyan bilimsel gerçeklerin işlendiği filmlerden bölümleri ve bunlarla ilgili çeşitli kitaplarımızda yer verdiğimiz izahları okuyabilirsiniz.

KONUNUN ÖNEMİNİ MATERYALİSTLERİN YAŞADIĞI TEDİRGİNLİKTEN ANLAYABİLİRİZ!

Dikkat edilecek olursa, bugün maddenin gerçeği ile ilgili yapılan yorumlardan olağanüstü şekilde rahatsızlık duyan kesimi materyalistler oluşturmaktadır. Materyalistler, büyük bir ilgiyle gündemde tutulan "yaşadığımız dünyanın tıpkı bir rüyadaki gibi hayal olabileceği" konusuna karşı, kendilerince küçümser bir yaklaşım sergilemekte; "sakın kendinizi idealizmin telkinlerine kaptırmayın, materyalizme olan sadakatinizi koruyun" mesajları vermektedirler. Ancak bu tür tepkilerin temelinde bu konunun gündeme getirilmesinden duyulan rahatsızlık ve endişe duyguları yer almaktadır.

Bu kişilerin öğütleri ise kendilerine Rusya'daki kanlı komünist devriminin lideri Vladimir I. Lenin'den miras kalmıştır. Lenin'in, bir asır önce yazdığı Materyalizm ve Ampiryokritisizm isimli kitabında şu satırlar yer almaktadır:

Duyularımızla algıladığımız nesnel gerçekliği bir kere yadsıdın mı, kuşkuculuğa (agnostisizme) ve öznelciliğe (subjektivizme) kayacağından, fideizme (dini inanca) karşı kullanacağın tüm silahları yitirirsin; bu da fideizmin istediği şeydir. Parmağını kaptırdın mı, önce kolun sonra tüm benliğin gider. Duyuları nesnel dünyanın bir görüntüsü olarak değil de, özel bir öğe olarak aldığında, diğer bir deyişle materyalizmden ödün verdiğinde, benliğini fideizme kaptırırsın. Sonra duyular hiç kimsenin duyuları olur, us hiç kimsenin usu, ruh hiç kimsenin ruhu, istenç hiç kimsenin istenci olur.

Bu satırlar, Lenin'in büyük bir korkuyla fark ettiği ve hem kendi kafasından hem de "yoldaş"larının kafalarından silmek istediği gerçeğin, günümüzün materyalistlerini de aynı biçimde tedirgin ettiğini göstermektedir. Ama günümüz materyalistleri Lenin'den daha da büyük bir tedirginlik içindedirler; çünkü bu gerçeğin bundan 100 yıl öncesine göre çok daha açık, kesin ve güçlü bir biçimde ortaya konduğunun farkındadırlar. Bu konu, tüm dünya tarihinde ilk kez bu kadar karşı konulamaz bir biçimde anlatılmaktadır.

Materyalistlerin "sakın bu konuyu düşünmeyin, yoksa materyalizmi kaybedersiniz ve kendinizi dine kaptırırsınız" şeklindeki uyarıları, maddenin aslı ile ilgili olarak anlatılan gerçeklerin materyalist felsefeyi temelden yıkarak, üzerinde tartışmaya dahi gerek bırakmayan bir konuma sokmuş olmasından ötürüdür. Materyalistler körü körüne inandıkları, bel bağladıkları maddesel dünyanın yok olduğunu görmekten dolayı yaşadıkları tedirginlikle, "maddenin aslı ile muhatap olma imkanı yoktur ki maddecilik olsun" gerçeğini kabullenememektedirler.

Bilim yazarı Lincoln Barnett, bu konunun sadece "sezilmesinin" bile materyalist bilim adamlarını korku ve endişeye sürüklediğini şöyle belirtmektedir:

Filozoflar tüm nesnel gerçekleri algıların bir gölge dünyası haline getirirken, bilim adamları insan duyularının sınırlarını korku ve endişe ile sezdiler. (Lincoln Barnett, "Evren ve Einstein", Varlık Yayınları, 1980, s. 17-18)

Ülkemizde ve tüm dünyada, bu konu ile karşı karşıya gelen her materyalistte bu "korku ve endişe" çok güçlü olarak görülmektedir.

Ancak 21. yüzyıl, bu gerçeğin tüm insanlar arasında yayılacağı, materyalizmin ise yeryüzünden silineceği tarihi bir dönüm noktasıdır. Bu gerçeği görebilen insanların, geçmişte neye inandıkları, neyi niçin savundukları hiç önemli değildir. Önemli olan, gerçeği gördükten sonra, buna direnmemek, ölümle birlikte zaten apaçık anlaşılacak olan bu gerçeği geç olmadan anlamaktır.

Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size. (Enbiya Suresi, 18)

Matrix ( The Matrix)

Beynimizin İçindeki Görüntülerin Dışına Çıkamayız

Doğumumuzdan itibaren beş duyumuza bağlı olduğumuz için "dış dünya"nın, duyularımızın bize tanıttığından farklı olabileceğini hiç düşünmemişizdir.

İnsanın hayatına dair bildiği herşey gözleriyle gördükleri, kulaklarıyla duydukları, elleriyle dokunduklarından, kısacası duyu organlarıyla algıladıklarından oluşur. Yani insan daima kendi "kişisel dünyasında" yaşar. Uzaydaki yıldızlar, üzerinde yaşadığımız dünya, dünyayı dolduran milyarlarca insan, çevremizde gördüğümüz her canlı, evimiz, evimizin içindeki eşyalarımız, şu an üzerinde oturduğumuz koltuk, elimizde tuttuğumuz kitap ve daha milyonlarca detayla şimdiye kadar binlerce kez karşılaşmışızdır. Ancak bunların hepsi, yine bizim "kişisel dünyamıza" ait hislerdir. Hiçbir insan, şimdiye kadar kendi seyrettiği bu dünyanın dışına çıkamamıştır. İnsan ne yaparsa yapsın, tüm yaşantısının ve bedeninin bir hayal olduğu, bunların asılları ile muhatap olmadığı gerçeğini değiştiremeyecektir...

Yanda filmden gördüğünüz kareler, Neo'nun, Matrix'in ne olduğunu öğrenmek için Morpheus'la yaptığı görüşmeye aittir. Morpheus bu konuşma esnasında, Neo'ya Matrix'in ne olduğunu tarif ederken, bu sistemden "gerçeği görmesini engelleyen bir perde" olarak bahsetmektedir:

Morpheus : Neden burada olduğunu anlatayım. Bir şey bildiğin için buradasın. Bildiğini açıklayamıyorsun. Ama hissediyorsun. Hayatın boyunca hissettin. Dünyada ters giden bir şeyler var. Ne olduğunu anlamıyorsun, ama orada beyninde kıymık gibi seni çıldırtan birşey. Seni bana getiren şey bu duyguydu. Neden söz ettiğimi biliyor musun?

Neo : Matrix mi?

Morpheus : Ne olduğunu öğrenmek ister misin? Matrix her yerde. Etrafımızda. Şu anda, bu odada. Pencereden dışarı baktığında görürsün ya da televizyonu açtığında. İşe gittiğinde hissedersin... Vergi öderken. Gerçeği görmemen için dünya, bir perde gibi önüne çekilmiş sanki.

Filmin kahramanı Neo, gerçeği öğrenmek üzere, bulunduğu kapsülden çıkarılıp uyandırılana kadar, kendisine gösterilen hayali dünyanın farkında değildir. Çünkü hayatının her anında bu sistemle iç içe yaşamış ve çevresindeki tüm insanlardan bu hayatın gerçek olduğu telkinini almıştır. Bu nedenle Neo'nun ikna edilmesi, o ana kadar gerçek zannederek yaşadığı hayatının bir hayalden ibaret olduğunu kavraması vakit almıştır.

Bu durum günümüzde maddenin aslı konusunda bilgilendirilen bir kısım kimseler için de geçerlidir. Maddenin mutlak varlığına inanan ve gördüklerinin dış dünyadaki asılları ile muhatap olduğuna emin olan kimseler birtakım mantıksız itirazlara yönelmektedirler. Ancak burada anlatılanlar, -kim ne kadar itiraz ederse etsin- tıpkı bir fizik kanunu veya bir kimya formülü kadar kesin gerçeklerdir.

Matrix filminin yukarıdaki görüntüleri ile benzerlik içinde olan izahlarımızdan bir kısmı şöyledir:

  • Dünyada yaşadığımız hayatın birer parçası olan tüm olaylar, insanlar, binalar, şehirler, arabalar, mevkiler, kısacası hayatımız boyunca gördüğümüz, tuttuğumuz, dokunduğumuz, kokladığımız, tattığımız, dinlediğimiz herşey, gerçekte beynimizde oluşan görüntü ve hislerdir.

    Biz, bize verilen telkinle bunların, beynimizin dışındaki bir dünyada sabit olduklarını, her birinin maddesel varlıklar olduklarını ve bizim bu nedenle bunların asıllarını gördüğümüzü, hissettiğimizi zannederiz. Oysa, biz hiçbir varlığın aslını asla göremeyiz ve bu varlıkların asıllarına asla dokunamayız. Kısacası bizim hayatımız boyunca madde sandığımız herşey aslında bir hayal olarak beynimizde meydana gelen görüntülerden oluşmaktadır. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 8)
  • Eğer dikkatlice düşünürseniz, gören, işiten, dokunan, düşünen ve şu anda bu kitabı okuyan akıllı varlığın, sadece bir ruh olduğunu ve sanki bir tür perde üzerinde "madde" denen algıları seyrettiğini hissedebilirsiniz. Bunu kavrayan insan, insanlığın büyük bölümünü aldatan maddi dünya boyutundan uzaklaşıp, gerçek varlık boyutuna girmiş olur… (Sonsuzluk Başlamış Durumda, s. 46)

Gören Gözlerimiz Değildir, Görüntü Beynimizde Oluşur

Daha önce de belirttiğimiz gibi, hayatımız boyunca aldığımız telkinle, tüm dünyayı gözlerimizle gördüğümüzü zannederiz. Hatta "gözlerimiz dünyaya açılan pencerelerimizdir" diye biliriz. Oysa, görmenin bilimsel açıklamasına göre gerçek böyle değildir; çünkü biz gözlerimizle görmeyiz. Gözlerimiz ve gözlerimize bağlı olan milyonlarca sinir hücremiz, sadece "görme olayının" gerçekleşmesi için beyne mesaj ileten kablo görevine sahiptirler.

Matrix adlı filmde de başrol oyuncusu, gerçekte kablolarla makineye bağlı olduğu ve gözleri kapalı olarak bir koltukta yattığı halde, çok canlı bir hayat yaşadığı hissine kapılmaktadır. Ancak o ana kadar gördüğü tüm rengarenk, aydınlık, canlı görüntüler, kendisine fiziksel bir gözün varlığına ihtiyaç duymadan gösterilmiştir. Aynı şekilde koştuğunu, hareket ettiğini, kavga ettiğini zannettiği görüntüleri de, kaslarını kullanmadan bir koltukta yatarken sadece izlemiştir.

Filmin kahramanı gerçek hayata dönüp gerçek zannettiği şeyleri, aslında hayali bir dünyanın içinde yaşadığını anladığında ise çok şaşırmıştır. O güne kadar cam bir fanusun içinde, beynine verilen elektrik sinyallerinden oluşan hayali bir dünyada yaşadığı halde, kendisini bir bilgisayar programcısı zannetmekte ve yandaki resimde görülen mekanda uyumaktadır. Yani hayatı sandığı herşey gerçekte bir hayaldir.

Neo : Ne yapıyorsun?

Morpheus : Kasların çöktü onları yeniden çalıştırıyoruz.

Neo : Gözlerim neden acıyor?

Morpheus : Onları hiç kullanmadın. Dinlen Neo. Yanıtlar geliyor.

Yukarıdaki konuşmalardan anlaşıldığı üzere, Neo gözlerini ya da vücut kaslarını kullanmadan kendisine beynine iletilen yapay sinyallerle gerçek bir hayat yaşadığı izlenimi edinmiştir. Gözlerini hiç kullanmadığı halde son derece renkli, aydınlık ve canlı bir dünya ile muhatap olmuş; aynı şekilde kaslarını kullanmadığı halde hayatı boyunca kendini hareket halinde hissetmiştir.

Buradaki durum her insan için de benzerdir. Örneğin bir kişi markette alışveriş yapan insanlara baktığında, bu insanları ve marketi gözleriyle görmez; çünkü bu manzaraya ait görüntü gözünün önünde değil, beyninin arka tarafında oluşur. Dolayısıyla göze ihtiyaç duymaksızın, beyninin ilgili bölgesine gönderilen yapay sinyallerle de aynı görüntüyü görmesi mümkün olabilecektir.

Filmin yukarıdaki kareleri ile paralel olarak, kitaplarımızda yer alan ifadelerden bir kısmı şöyledir:

  • Odanızın penceresinden dışarıdaki manzarayı seyrettiğinizde, hayatınız boyunca aldığınız telkinden dolayı, bu manzarayı gözlerinizle gördüğünüzü zannedersiniz. Oysa gerçek böyle değildir. Çünkü siz gözlerinizle dışarıdaki bir manzarayı görmezsiniz. Siz, beyninizin içinde oluşan manzaraya ait görüntüyü görürsünüz. Bu bir tahmin ya da bir felsefe değil, bilimsel bir gerçektir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 10)
  • Bilindiği gibi, gözümüzdeki hücrelerden gelen elektrik sinyalleri, beynimizde görüntüye çevrilir. Örneğin, beyin, görme merkezine gelen bazı elektrik sinyallerini bir ayçiçeği tarlası olarak yorumlar. Öyle ise gören göz değildir.

    Peki, gören gözlerimiz değilse, beynin arka kısmında, kapkaranlık bir mekanda, bir göze, retinaya, merceğe, göz sinirlerine, göz bebeğine ihtiyaç duymadan, elektrik sinyallerini rengarenk bir ayçiçeği tarlası olarak gören, bu gördüğü manzaradan zevk alan kimdir?

    … beynin içinde oluşan bu görüntüleri, bir televizyon ekranından izler gibi izleyen, izledikleri ile sevinen, üzülen, heyecanlanan, hoşnutluk duyan, telaşlanan, merak eden kimdir? Tüm gördüklerini ve hissettiklerini yorumlayacak bilinç kime aittir?

    Hayatı boyunca, kapkaranlık, sessiz kafatasının içinde kendisine gösterilen görüntüleri izleyen, düşünen, sonuç çıkaran, karar veren bilinç sahibi varlık kimdir?

    Bütün bunları algılayan, bilinci meydana getiren varlığın, şuursuz atomların oluşturduğu, su, yağ protein gibi maddelerden meydana gelen beyin olamayacağı açıktır. Beynin ötesinde, çok daha farklı bir varlık olmalıdır.

    … Beyninin içindeki görüntüyü "görüyorum" diyen, beyninin içinde duyduğu sesleri "duyuyorum" diyen, kendi varlığının şuurunda olan ve "ben benim" diyen bu varlık Allah'ın insana vermiş olduğu ruhtur. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 79-80)


Tüm Lezzetler Beyinde Oluşur

Tat alma algısı da diğer duyu organlarına benzer şekilde açıklanabilir. İnsan dilinin ön tarafında dört farklı tip kimyasal alıcı vardır; bunlar tuzlu, şekerli, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. Tat alıcılarımız bir dizi işlemden sonra bu algıları elektrik sinyallerine dönüştürür ve beyne iletirler. Ve bu sinyaller de beyin tarafından tat olarak algılanır. Bir pastayı, peyniri, portakalı ya da sevdiğiniz bir yemeği yediğinizde aldığınız tat, gerçekte elektrik sinyallerinin beyin tarafından yorumlanmasıdır.

Matrix filminde de bu gerçek yemek masasındaki konuşmalar esnasında şöyle yorumlanmıştır:

Tank : Haydi dostum. Şampiyonların kahvaltısı. (Neo'ya lapa benzeri bir yemek ikram ediliyor.)

Mouse : Gözlerini kapatırsan yumurta yediğin izlenimine kapılırsın... Bana neyi hatırlattı biliyor musun? Leziz buğday. Hiç leziz buğday yedin mi?

Switch : Hayır, ama aslında sen de yemedin.

Mouse : Demek istediğim de bu. Makinelerin leziz buğdayın tadını nereden bildiğini merak ediyorsundur. Belki yanlış yaptılar. Belki leziz buğdayın tadı yulaf ezmesi ya da ton balığı gibiydi. Bu durumda insanın aklına çok şey takılıyor. Örneğin tavuk, belki tavuğun tadına karar veremediler, bu yüzden tavuk etinde herşeyin tadı var.

Dozer : Yediğim şey sentetik aminoasitler, vitaminler, minerallerle birleştirilmiş. Vücudun ihtiyacı olan herşey.

Filmin bir başka sahnesinde ise, gerçekleri -Matrix adlı sistemin kendilerine hayali bir dünya yaşattığını- bilen karakterlerden biri, yediği yemeği şöyle tarif etmektedir:

Mr. Reagan : Biliyor musunuz bu bifteğin var olmadığını biliyorum. Bunu ağzıma koyduğumda Matrix'in beynime bunun sulu ve lezzetli olduğunu söylediğini biliyorum...

Yukarıdaki karelerde açıklama yapan kişi, tüm hayatının kendisine bir bilgisayar programı tarafından gerçekmiş gibi gösterildiğini bilmektedir. Bu nedenle yediği bifteğin lezzetinin gerçekte var olmadığını, bunu sadece beyninde algıladığını söylemekte, ancak yine de bu lezzetten gerçekmiş gibi zevk aldığını belirtmektedir. Bu konuşmalara ilişkin kitaplarımızda yer verilen açıklamalardan bir kısmı şöyledir:

  • Bizim gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz ve adına "madde", "dünya" ya da "evren" dediğimiz kavramlar, sadece ve sadece beynimizde oluşan elektrik sinyalleridir. Örneğin meyve yiyen biri, aslında meyvenin beynindeki algısıyla muhataptır, aslıyla değil. Kişinin "meyve" diye nitelendirdiği şey, meyvenin biçimi, tadı, kokusu ve sertliğine ait elektriksel bilginin beyinde algılanmasından ibarettir. Eğer beyne giden görme sinirini keserseniz, meyve görüntüsü de bir anda yok olur. Veya burundaki algılayıcılardan beyne uzanan sinirdeki bir kopukluk, koku algınızı tamamen ortadan kaldırır. Çünkü meyve, birtakım elektrik sinyallerini beynin yorumlamasından başka bir şey değildir. (Evrim Aldatmacası, II. baskı, s. 203-204; Zamansızlık ve Kader Gerçeği, s. 24)

  • Çilek suyu içen bir kişinin beynine giden tat alma sinirleri kesilse, içtiği meyve suyunun tadını tamamen yitirecektir.
    Beyninizde oluşan bir pasta görüntüsüne beyninizde oluşan şeker tadı eklenir ve pasta hakkında herşey sevdiğiniz hale gelir. Siz iştahla pastanızı yediğinizde aldığınız tat, aslında elektrik sinyallerinin beyninizde meydana getirdiği bir etkiden başka bir şey değildir. Beyniniz dışarıdan gelen uyarıları nasıl yorumlarsa siz ancak onu bilirsiniz. Yoksa dışarıdaki nesneye asla ulaşamazsınız; örneğin çikolatanın kendisini göremez, koklayamaz ve tadamazsınız. Ya da beyninize giden tat alma sinirleri kesilse, o an yediğiniz herhangi bir şeyin tadının beyninize ulaşması mümkün olmaz, tat duyunuzu tamamen yitirirsiniz. Aldığınız tatların olağanüstü gerçekçi olması üstelik bunlara ait görüntüleri de seyrediyor olmanız sizi kesinlikle aldatmasın. Konunun bilimsel açıklaması bu şekildedir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 40)
  • Aynı şekilde, bugüne kadar hiçbir insan nanenin aslının tadına bakmamıştır. Nane olarak algıladığı tat, beyninde oluşan bir algıdır sadece. Çünkü nanenin aslına ne dokunabilir, ne onun aslını görebilir, ne aslının kokusunu veya tadını alabilir. Sonuç olarak, biz hayatımız boyunca bize gösterilen kopya algılarla yaşarız. Ancak bu kopyalar o kadar gerçekçidir ki, hiçbir zaman kopyalarını yaşadığımızı fark etmeyiz. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 46)
  • ... Bir çikolatayı ya da sevdiğiniz bir meyveyi yediğinizde aldığınız tat, elektrik sinyallerinin beyin tarafından yorumlanmasıdır. Dışarıdaki nesneye ise asla ulaşamazsınız; çikolatanın kendisini göremez, koklayamaz ve tadamazsınız. Örneğin, beyninize giden tad alma sinirleri kesilse, o an yediğiniz herhangi birşeyin tadının beyninize ulaşması mümkün olmaz; tad duyunuzu tamamen yitirirsiniz. Bu noktada karşımıza bir gerçek daha çıkar: Bir yiyeceği tattığımızda bir başkasının o yiyecekten aldığı tadın veya bir sesi duyduğumuzda başka birisinin duyduğu sesin bizim algıladıklarımız ile aynı olduğundan emin olmamız mümkün değildir. (Evrim Aldatmacası, II. baskı, s. 202-203)


Tüm Kokular da Beynin İçinde Oluşur

Algıladığınız kokular da aslında uzak bir mesafeden size ulaşmaz. Koku alma merkezinizde oluşan etkileri, dışarıdaki maddelerin kokusu zannedersiniz. Oysa bir gülün görüntüsü nasıl ki görme merkezinizin içindeyse, o gülün kokusu da aynı şekilde koku alma merkezinizin içindedir. Dışarıda ne gülün ne de ona ait bir kokunun varlığını bilemezsiniz. Çünkü algılarımızın bize tanıttığı dış dünya aslında beynimize ulaşan "elektrik sinyalleri bütünü"nden başka bir şey değildir. Beynimiz hayatımız boyunca bu sinyalleri değerlendirir. Biz de maddenin "dışarıdaki" aslı ile muhatap olduğumuzu sanarak yanıldığımızın farkında olmadan bir ömür süreriz.

Matrix filminin bir sahnesinde de kokunun gerçekliğinden şüphe edilmekte, fakat bir yandan da algıdaki inandırıcılığa dikkat çekilmektedir.

Ajan : Ben buradan nefret ediyorum. Bu hayvanat bahçesinden, bu hapishaneden, bu gerçeklikten ya da her ne diyorsanız. Artık dayanamayacağım. En çok da koku, böyle bir şey varsa. Bunu fazlasıyla hissediyorum.

Filmdeki Matrix adlı bilgisayar sisteminde, "güvenlik sorumlusu ajan" karakterinin yukarıdaki ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, diğer tüm algılarımız gibi kokunun da aslı olup olmadığını anlamamız mümkün değildir. Bu konu kitaplarımızda şöyle yer almıştır:

  • Vanilya kokusu, gül kokusu gibi uçucu moleküller, burnun epitelyum denilen bölgesindeki titrek tüylerde bulunan alıcılara gelirler ve bu alıcılarda etkileşime girerler. Bu etkileşim beynimize elektrik sinyali olarak iletilir ve koku olarak algılanır. Sonuçta bizim güzel ya da çirkin diye adlandırdığımız kokuların hepsi uçucu moleküllerin etkileşimlerinin elektrik sinyaline dönüştürüldükten sonra, beyindeki algılanış biçiminden başka bir şey değildir. Bir parfümü, bir çiçeği, sevdiğiniz bir yemeği, deniz kokusunu, hoşunuza giden ya da gitmeyen her türlü kokuyu beyninizde algılarsınız. Fakat koku molekülleri beyne hiçbir zaman ulaşamazlar. Ses ve görüntüde olduğu gibi beyninize ulaşan yalnızca elektrik sinyalleridir. Sonuç olarak, doğduğunuz andan itibaren dışarıdaki nesnelere ait olarak bildiğiniz kokular duyu organlarınız aracılığı ile hissettiğiniz elektrik uyarılarıdır. (Evrim Aldatmacası, II. baskı, s. 202)
  • ... bir görüntünün zihnimizde oluşması için, dışarıda bir kaynak olmasına ihtiyaç yoktur. Aynı durum koku algısı için geçerlidir. Nasıl ki rüyanızda veya hayalinizde olmayan bir kokuyu duyabiliyorsanız, gerçek hayatta da kokusunu duyduğunuz nesnelerin dışınızda mevcut olup olmadıklarından emin olamazsınız. Dışınızda bu nesnelerin var olduğunu düşünseniz de, asla onların asılları ile muhatap olamazsınız. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 38)

Şu Anda Bir Rüyada Olmadığınızı Nasıl İspatlarsınız?

İnsanlar rüyalarından uyandıklarında o ana kadar görmüş olduklarının hayal olduğunu anlarlar, ama "uyanma" görüntüsüyle başlayan ve adına "gerçek hayat" dedikleri hayatın bir hayal olabileceğinden nedense hiç kuşkulanmazlar. Oysa, "gerçek hayatımız" dediğimiz görüntüleri algılayış şeklimiz, rüyalarımızı algılayış şeklimizle tamamen aynıdır. Her ikisini de zihnimizde görürüz. Ve rüyalarımızdan uyandırılmadığımız sürece, onların bir hayal olduğunu anlamayız. Ancak uyandığımız zaman "demek ki gördüklerim bir rüyaymış" deriz.


Doğduğumuz andan itibaren dışarıdaki nesnelere ait olarak bildiğimiz kokular, hep burnumuz aracılığı ile hissettiğimiz elektrik uyarılarıdır.

Öyle ise şu anda gördüklerimizin bir rüya olmadığını nasıl ispatlayabiliriz? Sadece henüz uyandırılmamış olduğumuz için, içinde bulunduğumuz anı gerçek zannediyor olamaz mıyız? Her gece gördüğümüz rüyalardan daha uzun süren bu rüyadan bir gün uyandırıldığımızda, bu gerçekle karşılaşacak olmamız pekala mümkündür. Ve bunun aksini ispatlayabileceğimiz hiçbir delilimiz yoktur.

Rüyada "elinizle tutar, gözünüzle görürsünüz", ama gerçekte ne eliniz vardır ne gözünüz, ne de görülüp-tutulacak bir şey. Bütün bunları beynin dışarısında sağlayan hiçbir maddi gerçeklik yoktur. Açıkça aldanırsınız. Peki gerçek yaşamla rüyayı ayıran nedir? Gerçek yaşamın sürekli olup, rüyanın kopuk kopuk olması ya da rüyada farklı sebep-sonuç ilişkilerinin bulunması mı? Bunlar temelde önemli farklar değildir. Çünkü sonuçta her iki yaşantı da beynin içinde oluşur. Rüya sırasında gerçek olmayan bir dünyada rahatlıkla yaşayabiliyorsak, aynı şey pekala içinde bulunduğumuz dünya için de geçerli olabilir. Rüyadan uyandığımızda gerçek yaşantı dediğimiz daha uzun bir rüyaya başlamadığımızdan hiçbir şekilde emin olamayız. Rüyayı hayal, dünyayı gerçek saymamızın nedeni, sadece alışkanlıklarımız ve ön yargılarımızdır. Ve bu durum, belki de bir gün, şu anda yaşadığımızı sandığımız dünya hayatından aynen rüyadan uyandırıldığımız gibi uyandırılabileceğimizi gösterir.

Matrix adlı filmde de, bu önemli nokta üzerinde durulmaktadır. Filmin başrol oyuncusu Neo, sık sık rüya ile gerçek hayat arasında ikileme düşer. Filmin bir sahnesinde Neo, aynaya baktığında aynadaki kırıklardan dolayı yüzünü üç parça şeklinde görür. Daha sonra aynadaki kırığın kaybolarak görüntüsünün düzeldiğini görür. Bunun şaşkınlığıyla etrafındakilere dönerek onların da bu durumu görüp görmediklerini sorar. Gerçekliğini kontrol etmek için aynaya dokunduğunda ise, ayna yapışkan bir hal alır ve vücudunu metalik bir kaplama gibi sarmaya başlar, hatta bu kaplamanın soğukluğunu dahi hissedebilmektedir. Tüm bu gördüğü, hissettiği şeylerin gerçek olabileceğine ihtimal vermediği halde, yaşadıkları vücut dengesini sarsacak derecede gerçekçidir. Bilge kişi rolündeki Morpheus da Neo'ya, gördüklerinin, yaşadıklarının gerçekliğine aldanmaması için, gerçek dünya ile hayal dünya arasındaki farkın ne olduğunu sorar:

Morpheus : Gerçek olduğuna inandığın bir rüya gördün mü Neo? Ya o rüyadan uyanamazsan? Hayal dünyası ile gerçek dünya arasındaki farkı nasıl anlardın?

Neo : Bu olamaz!

Morpheus : Ne olamaz? Gerçek mi?

Aşağıda bu konu ile ilgili kitaplarımızda yer verdiğimiz örnekler ve izahlar bulunmaktadır:

Rüyasında yüksek bir yerden aşağı düşen bir insan da bunu bütün vücudu ile hisseder. Oysa o anda yatağında hiç kıpırdamadan yatmaktadır. Ya da, rüyasında ayağı kayıp su birikintisinin içine düştüğünü gören bir insan, tüm kıyafetlerinin ıslandığını, çıkan rüzgar nedeniyle üşüdüğünü hissedebilir. Ancak bulunduğu yerde ne bir su birikintisi, ne de rüzgar yoktur. Hatta çok sıcak bir odada uyuyor olmasına rağmen ıslaklığı ve üşümeyi, aynı uyanıkken olduğu gibi yaşar. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 60)

İnsan aslında güven içinde evinde uyurken, rüyasında lunaparkta hızla dönen vagonlara bindiğini görebilir. Vagonların hızını, zaman zaman ters döndüğünü, esen rüzgarı gerçeğinin aynısı gibi hissedebilir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 61)

Rüya ile gerçek hayat arasındaki benzerliğe dikkat çekilen, filmin bir başka sahnesi şöyledir:

(Kendisinden bilgisayar çipi satın almak için evinin kapısına gelen müşterilere)

Neo : Hiç rüyada olduğundan ya da uyandığından kuşkuya düştüğün oldu mu?

Yan sayfadaki karede Neo bir türlü uyanıp uyanmadığından emin olamamaktadır. Uyandığında saatin çaldığını duymakta, kendisini odasında bulmakta, masasını, bilgisayarını görmektedir; fakat rüyasında yaşadıkları o kadar gerçekçidir ki, bunların hayal olduğundan bir türlü emin olamamaktadır. Yaşadığı bu çelişkinin verdiği şaşkınlıktan ötürü, kendisinden bilgisayar çipi satın almak için kapısına gelen müşterileri, kendisine hiç iyi görünmediğini söylerler. Neo da yukarıdaki ifadesiyle yaşadığı ikilemi kapısına gelen bu kişilerle paylaşmak ister.

Neo'nun yaşadığı bu ikilem aslında son derece doğaldır. Aslında düşünen her insan böyle bir çelişki içinde olduğunu fark edebilir. Kitaplarımızda bu konuya dikkat çektiğimiz pek çok pasaj vardır. Bunlardan biri şöyledir:

Peki rüyanızdan hiç uyanmadan yaşamaya devam etseniz, rüya içinde yaşadığınızın, gördüklerinizin hiçbirinin aslı ile muhatap olmadığınızın farkına varabilir misiniz? Kesinlikle hayır. Uyanıp, kendinizi yatağınızda uyuyorken bulmadığınız sürece, hiçbir zaman rüyada olduğunuzu anlayamazsınız ve koskoca bir ömrü gerçek hayatınızı yaşadığınızı zannederek geçirirsiniz. Öyle ise, gerçek hayat dediğimiz hayatımızın da bir rüya olmadığını nasıl ispatlayabiliriz? Bir gün bu gördüğümüz hayattan çıkıp kendimizi bambaşka bir yerde, bu hayatımıza dair görüntüleri izlerken bulmayacağımıza dair bir bilgimiz var mıdır? (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 65)

Matrix filminde, gerçeklerin farkında olan Morpheus, Neo'ya gördüklerine inanmaması, gerçeği kavramak için araştırması gerektiğini sık sık öğütlemektedir. Filme ait aşağıdaki satırlarda da, yine Morpheus, Neo'nun, gördüklerine inanmadan evvel sorgulaması gerektiğine şöyle dikkat çekmektedir:

Morpheus : Gözlerinden belli. Sende gördüklerini kabullenen birinin gözleri var. Uyanmayı beklediğin için. Tuhaf ama bunlar gerçekten pek uzak değil.

İnsanların da içinde yaşadığımız dünyanın gerçek durumunu sorgulaması gerekmektedir. İnsan, dışında var olduğuna inandığı dünyanın aslına hiçbir zaman ulaşamayacağı gerçeğinin farkına varmalı ve bu gerçekten dünyadaki amacı ile ilgili kesin doğrulara ulaşmalıdır.

Filmde de yoğun olarak vurgulanan, maddeyle muhatap olamadığımız gerçeği konusunda, kitaplarımızda verilmiş örneklerden bir kısmı şöyledir:

  • ... insanlar genelde "dış dünya" kavramının içine herşeyi dahil etmezler ya da etmek istemezler. Bu konuda biraz samimi ve cesur düşünecek olursanız, evinizin, içindeki eşyalarınızın veya antikalarınızın, yazlığınızın, yeni aldığınız arabanızın, ofisinizin, mücevherlerinizin, bankadaki hesabınızın, gardırobunuzun, eşinizin, çocuklarınızın, iş arkadaşlarınızın ve sahip olduğunuz diğer şeylerin de size gösterilen bu "hayali dış dünyaya" dahil olduğu gerçeğini fark edersiniz. Etrafınızda gördüğünüz, duyduğunuz, kokladığınız kısacası beş duyunuzla algıladığınız herşey bu "hayali dünya"ya aittir; en sevdiğiniz sanatçının sesi, oturduğunuz iskemlenin sertliği, kokusu hoşunuza giden bir parfüm, sizi ısıtan Güneş, renkleriyle göz alıcı bir çiçek, pencerenizin dışında uçan bir kuş, denizin üzerinde hızla ilerleyen bir sürat motoru, bol ürün veren bahçeniz, işinizde kullandığınız bilgisayar ya da dünyadaki en kaliteli müzik setiniz...

    Gerçek budur. Çünkü dünya yalnızca insanı denemek için yaratılan bir görüntüler bütünüdür. İnsanlar kısa yaşamları boyunca aslında gerçekliği olmayan algılarla denenirler. (Evrim Aldatmacası, s. 213-214)
  • Çevrenizdeki mal hırsına kapılmış insanların en çok nelere değer verdiklerini bir düşünün: İyi bir ev, lüks eşyalar, gösterişli mücevherler, son model bir araba, bankalarda yüksek miktarda para, yat... İşte bu nedenle de bu insanlar, sahip oldukları tüm bu maddeleri beyinlerindeki bir ekrandan izledikleri ve asıllarıyla asla karşılaşamayacakları gerçeğinden çok korkarlar.

    Oysa kabul etmek istemeseler de beyinlerinde oluşan bir kopya dünya içinde yaşamaktadırlar. Dışarıdaki dünya ile muhatap olmaları mümkün değildir. Çünkü sesi, ışığı ve kokuyu hiçbir şekilde geçirmeyen kafataslarının içine girebilen sadece bu maddelerden gelen elektriksel bilgilerdir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 104)
  • Bir insanın sahip olduğunu sandığı herşeyi, evi, arabası, ailesi, işi ve tüm dostları beyninin içinde meydana gelen his ve görüntülerden ibarettir. Bu gerçeği kavrayan bir insan, herşeyin tek sahibinin, bu görüntüleri beyninde yaratan Allah olduğunu anlar. Dünya hayatına hırsla bağlı olan insanlar bu nedenle bu gerçekten çok büyük bir korku duyarlar. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 103)

Zamansızlık Gerçeği

Zaman, bizim, yaşadığımız olaylar arasında yaptığımız kıyasa dayalı bir kavramdır. Örneğin, bir kişi arabaya biner. Sonra kontak anahtarını çevirir ve gaz pedalına basarak arabayı hareket ettirir. Bir miktar yol aldıktan sonra arabasını kaldırımın kenarına park eder. Kişi, tüm bu eylemler arasında kıyas yapar; her biri arasında bir süre geçtiğini düşünür ve böylece zaman algısını elde eder.

Tüm olaylar bize belli bir sıralama yöntemi ile gösterildiği için, zamanın hep ileri doğru aktığını düşünürüz. Örneğin bir yaprak ağaçtan hep aşağı doğru düşer, yukarı doğru çıkmaz veya yağmur damlaları hep gökyüzünden düşer, damlaların hiçbir zaman taneler halinde yukarı doğru çıktığını görmeyiz. Bu durumda bir yaprağın ağacın üzerindeki hali geçmiş iken, aşağıya düştüğü hali gelecektir. Oysa eğer hafızamızdaki bilgiler, bir filmin başa sarılması gibi tersine doğru gösterilmeye başlarsa bizim için gelecek, yani yaprakların aşağıda bulunduğu hali geçmiş olur, ağacın tepesindeki hali ise gelecek olur.

Bu örnekten anlaşıldığı gibi zaman, algılayana bağlı olarak değişken bir algıdır. Zamanın izafiyeti yani değişkenliği o kadar farklıdır ki, bizim için binlerce yıl süren bir zaman dilimi, bir başka boyutta sadece tek bir saniye bile sürebilir. Hatta, evrenin başından sonuna kadar geçen çok büyük bir zaman dilimi, bir başka boyutta, bir saniye bile değil, ancak bir "an" sürüyor olabilir.

Matrix filminde de tüm algılarla beraber, zamanın da izafi olduğu vurgulanmakta ve Neo'ya zaman konusunda da yanıldığı anlatılmaktadır. Aşağıdaki karelerde filmin kahramanı Neo, 2060 yılında ABD'de yapılmış, hava ve kara taşıtı olarak kullanılan bir geminin içerisindedir. Daha evvel Matrix'in içinde giydiği şık kıyafetleri ya da yaşadığı şehrin modern görünümü artık yoktur. Bunun yerine eskimiş kıyafetler giymekte ve harap görünümlü bir mekanda bulunmaktadır.

Neo : Morpheus bana ne oldu? Burası da ne?

Morpheus : Ne değil, ne zaman?

Neo : "Ne zaman" mı?

Morpheus : 1999 yılında olduğumuzu sanıyorsun ama 2199'a yakınsın. Kaç yılında olduğumuzu tam olarak söyleyemem, çünkü tam olarak biz de bilmiyoruz. Şimdilik bunu açıklayabilecek bir şey söyleyemem.

Bir kimseye tüm yaşadıkları gibi zaman algısı da yapay sinyallerle çok farklı olarak hissettirilebilir. Zamansızlık gerçeği ile ilgili kitaplarımızda yer almış olan izahlardan bir kısmı şöyledir:

  • Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır.

    Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur...

    Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür. (Zamansızlık ve Kader Gerçeği, s. 70-71)
  • ... zamanın izafi (göreceli-rölatif) bir kavram olduğu, materyalistlerin yüzyıllardır zannettikleri gibi değişmez ve sabit olmadığı, değişken bir algı biçimi olduğu da bu yüzyılda ortaya çıkmıştır. Zamanın ve mekanın izafiyeti Einstein'ın "Rölativite" teorisiyle kanıtlanmış ve bu gerçek bugünkü modern fiziğin temelini oluşturmuştur.

    Sonuç olarak, zaman ve mekan mutlak olmayan, başlangıçları olan, Allah'ın yoktan var ettiği kavramlardır. Zamanı ve mekanı yaratan Allah, elbette ki bunlara tabi değildir. Allah, zamanın her anını zamansızlıkta belirlemiş, tespit etmiş ve yaratmıştır… (Zamansızlık ve Kader Gerçeği, s. 10)
  • İnsanlar zamana bağımlı oldukları için böyle bir olay onlara uzak gelir, oysa Allah Katında zaman yoktur, daha önce de belirttiğimiz gibi geçmiş ve gelecek tek bir andır. Tıpkı bir video kasetteki karelerin tek bir anda var olması gibi… Biz bir filmi seyrettikten sonra nasıl ki o filmi geriye doğru sarıp yeniden seyredebiliyorsak, bizim için geçmiş olayları Allah'ın dilemesiyle yeniden seyretmemiz mümkündür. Önemli olan Allah'ın o an bize o olaylara ait algıları tekrar hissettirmesidir. (Sonsuzluk Başlamış Durumda, s. 90)

Anılarımız da Aslında Birer Hayaldir

Filmin başrol oyuncusu Neo, gerçekleri yani şimdiye kadar gerçek sandığı hayatının bir hayalden ibaret olduğunu öğrendikten sonra, tekrar Matrix adındaki sanal dünyaya gittiğinde çevresini hayretle izler. Arabadaki yolculuğu boyunca geçmişine ait birtakım şeyleri hatırlar; ancak bunların hiçbirinin gerçekte yaşanmamış olmasından dolayı şaşkınlık duyar. Neo'nun, geçmişine ait anılar olarak düşündüğü olayların tamamı, hafızasına yapay olarak verilmiş görüntülerden ibarettir.

Morpheus : İnanılmaz değil mi?

Neo : Allah'ım.

Trınıty : Ne oldu?

Neo : Orada yemek yerdim. Harika makarna yaparlar. Hayatımla ilgili anılarım var. Hiçbiri olmamış.

Bu konuda kitaplarımızda yer vermiş olduğumuz açıklamalardan birkaçı şöyledir:

  • Biz, bize verilen telkinden dolayı, geçmiş, şu an ve gelecek gibi bölümlere ayrılmış zaman dilimlerini yaşadığımızı zannederiz. Oysa, "geçmiş" gibi bir kavrama sahip olmamızın tek nedeni, -daha önce de belirttiğimiz gibi- hafızamıza bazı olayların verilmesidir. Örneğin, ilkokula kaydolduğumuz an hafızamızda bulunan bir bilgidir ve biz bu nedenle bunu geçmiş bir olay olarak algılarız. Gelecekle ilgili olaylar ise hafızamızda bulunmaz. Bu nedenle biz henüz haberdar olmadığımız bu olayları "yaşanacak", "gelecekte meydana gelecek" olaylar olarak kabul ederiz. Oysa geçmiş nasıl bizim için yaşanmış, tecrübe edilmiş, görülmüş olaylar ise, gelecek de aynı şekilde yaşanmıştır. Ancak bu olaylar bizim hafızamıza verilmediği için biz bunları bilemeyiz. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 139)
  • 5 yaşındayken bakkaldan aldığınız bir gofreti yerken hissettiğiniz şeker tadı, 7 yaşında ilkokula başlayacağınız gün sabah erken saatte heyecanla uyanmanız, lisedeki coğrafya dersinde içinizde duyduğunuz sıkıntı, matematik öğretmeninizin tahtaya yazdığı uzun denklemler, bir yakınınızı kaybettiğiniz trafik kazasında hissettikleriniz, işinizde kazandığınız bir başarı nedeniyle yaşadığınız gurur, yıllarca hayal ettiğiniz bir şeyi almaya giderken duyduğunuz sevinç kısacası yaşadığınız ve hissettiğiniz, başınızdan geçen tüm bu olaylar aslında aynen durmakta, yalnızca sizin beyninizde muhafaza edilmemektedir. Muhafaza edilen de hatıra olarak, anı olarak yani geçmiş gibi hissettirilmektedir. Şu an var olan o sahneleri beyniniz algılamamaktadır... İnsanlar akan bir zamana tabi olduklarını düşünür, yaşamlarının geçmiş, şimdi ve gelecek olmak üzere bölümlere ayrıldığını sanırlar… Fakat yaratılmış her canlının, her olayın ve herşeyin aynı bir film şeridini oluşturan kareler gibi, kare kare sonsuz olarak yaratıldığını ve aynı anda var edildiğini bilmek bu kavrayışı kolaylaştıracaktır. (Sonsuzluk Başlamış Durumda, s. 74-75)


Matrix ve Matrix Reloaded filmleri tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Pek çok televizyon kanalında, dergi ve gazetelerde, filme konu olan maddenin aslına ilişkin bilimsel gerçekler tartışıldı. Bu filmlerin milyonlarca insanın ilgisini çekmiş olmasının en önemli nedenlerinden biri ise, insanların bu konunun önemini kavramış ve derin düşünmeye başlamış olmalarıdır.


Bu Gerçeğin Bizi Ulaştırdığı Olağanüstü Sonuç

İnsan beyninin dışında madde olarak adlandırılan, görüntüden oluşan ve sağlamlık hissi verilen bir alem vardır. Ancak siz bu aleme asla duyularınız aracılığı ile ulaşamazsınız. Her insan beyninde oluşan alemi seyreder, beyninde oluşan aleme dokunur, beynindeki alemin sesini dinler.

Allah, yarattığı madde alemini, her insana beyninde bir görüntü olarak izlettirmekte ve bu görüntüye sağlamlık, sertlik vererek görüntüyü gerçek gibi algılattırmaktadır. 20. yüzyılda bilimsel bulgularla kanıtlanan bu gerçek yüzyıllarca önce yaşamış olan büyük İslam alimi İmam Rabbani tarafından etraflıca açıklanmıştır. İmam Rabbani, mektuplarından birinde şöyle bir izahta bulunmaktadır:

Hâricde ve hakîkatde, Allahü Teâlâdan başka, mevcûd yokdur. Allahü Teâlâ, kudreti ile, kendi isimlerinin ve sıfatlarının kemâlini mümkinât sûretlerinin perdesinde göstermiş, ya'nî eşyâyı, kendi kemâlâtına uygun olarak, his ve vehm mertebesinde, îcâd etmiş, var etmişdir. Böylece, eşyâ, vehmde görünmekde, hayâlde devâm etmekdedir. O hâlde eşyâ, hayâlde göründüğü için vardır. Lâkin Allahü Teâlâ, bu görünüşe devâm verdiği, yok olmakdan koruduğu eşyanın yapısına sağlamlık verdiği ve ebedî mu'ameleyi de bunlara bağlı kıldığı için, vehmdeki varlık ve hayâldeki devâm da, hakîkî varlık olmuşdur. (İmam-ı Rabbani, İkinci Cilt, 44. Mektup)

Burada anlatılan, her insanın üzerinde büyük bir ciddiyetle düşünmesi gereken çok önemli bir hakikattir. Çünkü bu gerçeği görmezden gelen her insan, ömrü boyunca küçücük bir noktada oluşan görüntüyü gerçek zannederek yanılmaktadır. Örneğin beynindeki bir noktada oluşan binaların sahibi olduğunu zanneden bir adam, bu görüntüden dolayı kibirlenir, şımarır, bir gün öleceğini unutarak kendisini sonsuz güçlü zanneder. Veya beynindeki bir noktada oluşan fakir hayat görüntüsü başka bir insanın ezik, mutsuz ve umutsuz yaşamasına neden olur. Beyninin içindeki küçücük bir yerde oluşan para görüntüsünü kaybeden insan hemen perişan olur. Beyninin içindeki araba görüntüsünün çizildiğini gören bir başkası ise hiddetlenir, mal hırsından dolayı büyük bir öfke duyar. Oysa, bu kişilerin her biri rüyasında zengin veya fakir olan, veya rüyasında arabası çizilen bir insandan farklı bir durumda değildirler. Çizilen araba, beynimizin içinde oluşan bir araba görüntüsüdür. Bu arabanın aslını, dışarıdaki gerçek halini hiç kimse, hiçbir zaman bilemez ve göremez. Bunu ancak beynimizdeki ve dışındaki alemi yaratan Yüce Allah bilir.

İşte bu gerçeğin farkında olmayan, veya çok açık olmasına rağmen bu gerçeği kabullenmek istemeyen insanlar, hayatları boyunca hep yanılgı içinde, gerçekleri görmezden gelerek yaşarlar. Bu insanların durumu bir sinema filmini veya tiyatro oyununu gerçek zannederek bu filmin veya oyunun içinde yaşamak isteyen bir insanın durumu gibidir. Çevresindekiler bu insanı ne kadar ikna etmeye ve ona gerçekleri göstermeye çalışsalar da bu insan bunu anlamazlıktan gelir.

Ancak her insanın, hiçbir istisna olmaksızın, bu gerçeği anlayacağı, kavrayacağı ve kabul edeceği bir an vardır. İşte bu an her insana ölümle birlikte gelecektir. Ölümle birlikte insanın beyninde seyrettiği dünya hayatına dair görüntü değişecek, bunun yerine ölüm anının, hesap gününün ve ahiretin görüntüsü gelecektir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, ölümle birlikte insan sanki bir uykudan uyanacak, rüyasından gerçek dünyaya geçer gibi, gerçek ve sonsuz hayatına geçecek, bu hayatın da görüntüsü daha net ve gerçek olacaktır. Aynı rüyasındaki daha bulanık görüntüden uyanıp daha net olan dünya hayatına geçiş yapan insan gibi. Ayetlerde tüm alemlerin Rabbi olan Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52)

Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)

Her sözü güvenilir, ilim ve hikmetiyle örnek olan Peygamber Efendimiz (sav) de bir hadis-i şeriflerinde "insanlar uykudadır, ölümle uyanırlar" (İmam Gazali, İslam Klasikleri 2, Bedir Yayınları, 18 s. 36152) buyurarak bu gerçeğe dikkat çekmiştir.

Gerçek olan ölümden sonraki hayattır. Dünya hayatı ise, aynı bir rüya gibi insana beynindeki küçücük bir noktada izlettirilen bir görüntü alemidir. Bir insanın bu görüntüye aldanıp, gerçek ve sonsuz hayatını unutması, düşünmemesi ise büyük bir gaflet ve yanılgıdır. Bu gerçeği dünyada görmeyenler ahirette büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır. Hayatları boyunca bağlandıkları, gerçek zannederek peşinden sürüklendikleri, Allah'ı ve ahireti unutarak şirk koştukları insanların, malların, mevkilerin, ünvanların aslında birer hayal olduğunu, beyinlerindeki görüntüler olduğunu anlayanlar bu pişmanlıklarını dile getireceklerdir. Asla yok olmayacağını zannettikleri şeylerin birer birer kaybolduğunu gördüklerinde büyük hüsrana uğrayacaklardır. Allah, bu insanların ahiretteki itiraflarını Kuran'da şöyle bildirir:

Sonra onlara denilecek: "Sizin şirk koştuklarınız nerede? Allah'ın dışında (taptıklarınız)." Dediler ki: "Bizi bırakıp-kayboluverdiler. Hayır, biz önceleri (meğer) hiçbir şeye tapar değilmişiz." İşte Allah, kafirleri böyle şaşırtıp-saptırır. (Mü'min Suresi, 73-74)

… Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: "Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar bizi bırakıp-kayboldular" diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kâfirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler. (Araf Suresi, 37)

Dünyada bu gerçekleri görmezden gelerek, düşünmeyen her insan ahirette aynı konuşmayı yapabilir, aynı telafisi olmayan pişmanlığı yaşayabilir. Allah'ın bir rüya gibi gösterdiği dünya hayatına kapılıp gidenler, ölümü gerçek ve tek yaşantılarının sonu zannedenler, ölümle birlikte içinde bulundukları bu gaflet uykusundan uyanacak, rüyalarından ayrılacaklar ve işte o zaman asıl gerçeği göreceklerdir. Aklını ve vicdanını kullanan, samimi ve dikkatli düşünen her insan ise, daha dünyada iken gerçekleri fark ederek, ahiret hayatı için ciddi bir gayret içinde olacaktır.


Matrix (The Matrix)

Geçtiğimiz yıllarda -bu sene de ikinci bölümüyle- en çok seyredilen ve beğeni toplayan filmlerden biri olan Matrix'de (The Matrix), yapay zeka (artificial intelligence) olarak ifade edilen makinelerin dünyayı ele geçirdiği ve insan ırkını sadece bir enerji kaynağı olarak kullanarak, insanlara hayali bir dünya yaşattıkları senaryo edilmektedir. İçinde bulunduğumuz dönemde ikincisinin yayına girmesiyle birlikte geniş izleyici kitleleri tarafından izlenen "Matrix", sanal gerçeklik oluşturan bir bilgisayar programının çok gelişmiş bir şeklini ifade etmektedir.

"Neo" takma ismiyle anılan filmin başrol oyuncusu, bu sistemin içinde, büyük bir yazılım şirketinde bir bilgisayar programcısıdır. Burada yaşadığı ve 20. yüzyılın son yıllarında geçen hayatının gerçek olduğunu zannetmektedir. Halbuki gerçek bedeni 2199'lu yıllarda içi sıvı dolu, dışı zarla kaplı kapsül benzeri bir mekanda tutulmaktadır. Burada kendisine ne gösterilirse onu görmekte, ne hissettirilirse onu yaşamaktadır. Aslında bedeni çok farklı bir ortamda ve zamanda olmasına rağmen, kendisini şehir kalabalığı içinde işine gidip gelen, bilgisayar programlarıyla uğraşan bir kimse olarak düşünmektedir. Kısacası "Matrix" denilen yapay bir dünyada, kendini gerçek bir hayat yaşıyor zannetmektedir.

Gerçeklerin -Neo'nun hayali bir dünyada yaşadığının- farkında olan "Morpheus" adındaki karakter, film boyunca Neo'ya gerçekleri anlatmaktadır. Örneğin ona şimdiye kadar gördüğü, duyduğu, kokladığı, tadını aldığı, hissettiği şeylerin fiziksel bir gerçekliğinin olmadığını; bunların, beyninin içinde kendisine gösterilen hayali görüntüler olduğunu delilleriyle açıklamaktadır. İlerleyen bölümlerde filmin karakterleri arasında geçen, bu yöndeki konuşmalardan örnekler verilecektir.


Sanal Gerçeklik ve Elektrik Sinyallerinden Oluşan Dünya


Resimdeki kişi ayağında kar kayağı, etrafında da kar olmadığı halde, kendisine verilen yapay sinyallerle kendini dağda kayak yapıyormuş gibi hissetmektedir. Üstelik bu kişi sanal bir ortamla muhatap olduğunun farkında olmasına rağmen, kendini bu şekilde hissetmekten alıkoyamamaktadır.
Günümüz teknolojisindeki gelişmeler sayesinde, "dış dünya" veya "madde" olmadan, algıların çok gerçekçi olarak yaşanabileceğine dair çeşitli örnekler elde edilmiştir. Özellikle son yıllarda büyük bir gelişme gösteren "sanal gerçeklik" kavramı, bu konuda oldukça ikna edici deliller sunmaktadır.

Sanal gerçeklik, en basit şekliyle, bilgisayarda canlandırılan üç boyutlu görüntülerin, bazı aygıtların yardımıyla insanlara "gerçek bir dünya" gibi gösterilmesidir. Bugün birçok alanda farklı amaçlarla kullanılan bu teknolojiye, bu nedenle "yapay gerçeklik", "sanal dünyalar", "sanal ortamlar" gibi isimler de verilmektedir. Sanal gerçekliğin en önemli özelliği, özel aletler kullanan bir kişinin gördüğü görüntüyü gerçek zannederek, aldanmasıdır. Bu nedenle son yıllarda sanal gerçeklik ifadesinin İngilizce karşılığının başında "immersive" kelimesi de kullanılmaktadır ve bu kelimenin anlamı "dalmak, kaptırmak"tır. (Immersive Virtual Reality: Kaptıran Sanal Gerçeklik)

Sanal dünyanın oluşturulması için gerekli olan aletlerde kullanılan sistem, beş duyumuz için geçerli olan sistemle aynıdır. Örneğin, kullanıcının eline taktığı eldivenin içindeki mekanizmanın etkisiyle, parmak uçlarına bazı sinyaller verilir ve bu sinyaller beyine iletilir. Beyin bu sinyalleri yorumladığında bu kişi, çevresinde hiç olmadığı halde ipekli bir kumaşa veya yüzeyinde birçok girinti ve çıkıntı bulunan, kabarık desenli bir vazoya dokunduğunu hissedebilmektedir.

Sanal gerçekliğin kullanılmaya başlandığı önemli alanlardan biri de tıptır. Michigan Üniversitesi'nde geliştirilen bir teknikle doktor adayları ve özellikle acil servis personeli yapay bir ameliyathane ortamında eğitilmektedir. Bu uygulamada, bir odanın zeminine ve duvarlarına ameliyathane ile ilgili görüntüler, ameliyathanenin ortasına ise bir ameliyat masası ve bir "hasta"nın görüntüsü yansıtılmaktadır. Doktor adayları ise üç boyutlu gözlüklerini takarak bu sanal hasta üzerinde ameliyata başlamaktadırlar. Bir sonraki sayfada yer alan resimlerden de anlaşılacağı gibi, bu resmi gören bir insan, hangisinin gerçek hangisinin sanal olduğunu anlayamayacaktır.


Michigan Üniversitesi'nde geliştirilen bir teknikle doktor adayları ve özellikle acil servis personeli yapay bir ameliyathane ortamında eğitilmektedir. Doktor adayları üç boyutlu gözlükler takarak, sanal hasta üzerinde ameliyat yapmaktadırlar.


Günümüz teknolojisindeki gelişmeler sayesinde, "dış dünya" olmadan, algıların çok gerçekçi olarak yaşanabileceği görülmüştür: İnsanlar olmadıkları ortamlarda bulunduklarını, yapmadıkları şeyleri yaptıklarını hissedebilmektedirler.

Matrix isimli filmde de, filmin iki kahramanı, bir koltukta yatar vaziyette iken sinir sistemlerine bir bilgisayar bağlandığında kendilerini bambaşka mekanlarda görmektedirler. Bir sahnede, uzakdoğu sporları yaparken, bir başka sahnede ise kendilerini bambaşka kıyafetler içinde çok kalabalık bir caddede yürürken bulmaktadırlar. Filmin kahramanı Neo, yaşadıklarının gerçekliği karşısında, bunların bir bilgisayar tarafından oluşturulan görüntüler olduğuna inanamadığını söylediğinde ise, bilgisayardaki görüntü dondurulmakta ve bu kişi gerçek sandığı dünyanın aslında bir görüntü olduğu konusunda ikna edilmektedir.

Filmin bir sahnesinde, gerçekte başına kablolar bağlanmış şekilde, kötü giysiler içinde, oldukça eski bir koltukta uzanan Neo, bilgisayar programı yüklendikten sonra, kendisini bambaşka kıyafetlerle bambaşka bir yerde bulmaktadır. Kötü görünümlü giysileri değişmiş, saçı uzamıştır. Bulunduğu simülasyon ortamında, gerçek halinden tamamen farklı bir görünüme bürünmüştür.

Morpheus : Bu inşaa, bizim yükleme programımız. Herşeyi yükleyebiliriz. Giysi, donanımlar, silah, eğitim simülasyonları, ihtiyacımız olan herşeyi.

Neo : Şu anda bir bilgisayar programının içinde miyiz?

Morpheus : Buna inanmak çok mu zor? Giysilerin farklı. Kolların ve kafandaki bağlantılar gitmiş. Saçın değişmiş. Şu andaki görüntün geçici bir benlik resmi. Dijital benliğinin zihinsel bir projeksiyonu.

Konuşmalarından anlaşıldığı gibi filmdeki Neo adlı karakter, gördüklerinin hayal olamayacak kadar gerçekçi olmasından dolayı gerçeği kabullenmek istememektedir. Bunun üzerine gerçeklerin bilincinde olan Morpheus ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Neo : Bu gerçek değil mi? (koltuğu göstererek)

Morpheus : Gerçek nedir? Gerçeği nasıl tanımlarsın? Eğer hissedebildiğin, koklayıp, tadıp, görebildiğin şeylerden söz ediyorsan, gerçek, beyne iletilen elektrik sinyallerinin yorumlanmasıdır.

Morpheus adıyla anılan bilge kişi tarafından, Neo'ya gerçek olduğunu düşündüğü dünyanın, aslında simülasyondan başka bir şey olmadığı gösterilir. Buna, gördüğü her ayrıntı dahildir. Arabalar, şehir gürültüsü, trafik, gökdelenler, okyanus, insanlar, kısacası herşey sadece bilgisayar programı ile zihinde meydana gelen bir canlandırmadan ibarettir. Dikkat edilecek olursa Morpheus adlı karakter, yukarıdaki sözlerinde, gerçek zannedilen algıların beyne iletilen elektrik sinyallerinin yorumu olduğunu bilimsel olarak anlatmaktadır.


Bu konu ile ilgili kitaplarımızda yer alan açıklamalardan bir kısmı şöyledir:

  • Yaşadığımız dünya ile ilgili tüm bilgilerimiz bize beş duyumuz aracılığı ile gelir. Yani biz gözümüzün gördüğü, elimizin dokunduğu, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, kulağımızın duyduğu bir dünyayı tanırız. Doğumumuzdan itibaren bu duyulara bağlı olduğumuz için "dış dünya"nın, duyularımızın bize tanıttığından farklı olabileceğini hiç düşünmemişizdir.

    Oysa, bugün birçok bilim dalında yapılan araştırmalar son derece farklı bir anlayışı beraberinde getirmiş, algılarımız ve algıladığımız dünya ile ilgili ciddi şüphelerin oluşmasına neden olmuştur.

    Bu yeni anlayışın çıkış noktası ise şudur: Bizim "dış dünya" olarak algıladıklarımız, yalnızca elektrik sinyallerinin beyinde yarattığı etkilerdir. Elmanın kırmızılığı, tahtanın sertliği, dahası anneniz, babanız, aileniz, sahibi olduğunuz bütün mallar, eviniz, işiniz ve bu kitabın satırları yalnızca ve yalnızca beyninizdeki elektrik sinyallerinden ibarettir. (Evrim Aldatmacası, II. baskı, s. 198)


  • Tüm algıladıklarımız beynimizde bize özel olarak tekrar oluşturulur. Dolayısıyla "etrafımdaki dünyayı algılıyorum" derken, zihnimizde oluşan kopya renklerden, şekillerden, seslerden ve kokulardan bahsederiz.
    Biz, "görüyorum" derken, aslında gözümüze gelen uyarıların elektrik sinyaline dönüşerek beynimizde oluşturduğu "etkiyi" görürüz. Yani "görüyorum" derken, aslında beynimizdeki elektrik sinyallerini seyrederiz. Hayatımız boyunca gördüğümüz her görüntü birkaç cm3'lük görme merkezinde oluşur. Okuduğunuz bu satırlar da, ufka baktığınızda gördüğünüz uçsuz bucaksız manzara da, bu küçücük yerde meydana gelmektedir. (Evrim Aldatmacası, II. baskı, s. 200)
  • Bizim gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz ve adına "madde", "dünya" ya da "evren" dediğimiz kavramlar, sadece ve sadece beynimizde oluşan elektrik sinyalleridir. (Evrim Aldatmacası, II. baskı, s. 203)
  • Bu noktada şaşırtıcı bir gerçekle daha karşılaşırız: Beynimizde, gerçekte ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey elektrik sinyalleridir. Bu, felsefi bir görüş değildir; algılarımızın işleyişi ile ilgili bilimsel bir açıklamadır. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 16)
  • Görme olayı oldukça aşamalı bir biçimde gerçekleşir. Görme sırasında, herhangi bir cisimden gelen ışık demetleri (fotonlar), gözün önündeki lensin içinden kırılarak geçer ve gözün arka tarafındaki retinaya ters olarak düşerler. Buradaki hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüştürülen görme uyarıları, sinirler aracılığı ile, beynin arka kısmındaki görme merkezi adı verilen küçük bir bölgeye ulaşırlar. Bu elektrik sinyali bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Yani görme olayı, gerçekte beynin arkasındaki küçük, ışığın hiçbir şekilde giremediği, kapkaranlık bir noktada yaşanır. (Evrim Aldatmacası, II. baskı, s.199-200)

Ne kadar gerçekçi olurlarsa olsunlar, tüm algılarımız zihnimizin birer yorumudur. Yunusların denizdeki gösterisini izleyen bir kişi aslında beynindeki üç boyutlu, canlı, renkli görüntüleri izler.

Görüldüğü gibi Matrix filminde işlenen konu, kitaplarımızda yer verdiğimiz bilimsel gerçeklikle aynı paraleldedir. Gerek filmdeki konuşmalarda gerekse yukarıdaki alıntılarda belirtildiği gibi, biz sadece, bize beynimizde gösterilen görüntülerle muhatap oluruz. Ne kadar gerçekçi olurlarsa olsunlar, tüm algılarımız zihnimizin birer yorumudur. Dolayısıyla seyrettiğimiz, parçası olduğumuz bu görüntülerin yapay sinyallerle oluşturulup oluşturulmadığından hiçbir zaman emin olamayız. Diğer bir deyişle gerçekle hayal arasındaki farkı asla söyleyemeyiz.

Şimdi bu konuya yine filmden parçalara yer vererek biraz daha detaylı değinelim.


Hayallerle Gerçekler Arasındaki Ayırt Edilemezlik

Filmden alınan karelerde görüldüğü gibi, filmin kahramanı Neo'ya gerçekleri gösteren Morpheus, onun bir hayal dünyasında yaşadığını ve yaşadıklarını gerçek sandığını, bu sefer televizyondan gösterdiği görüntülerle anlatmaktadır. Neo'nun, Matrix'in içinde gördüğü gökdelenler, arabalar, modern görünüm ve diğer tüm detaylar sadece zihninde kendisine seyrettirilen algılardır. Dünyanın o anki gerçek hali ise bambaşkadır; yıkılmış, harap olmuş bir gezegendir. Ancak Neo, kendisine anlatılana kadar, hep gerçek bir dünyada olduğunu düşünmüş ve hayatının gerçekliğinden hiçbir şüphe duymadan, bu hayali dünyaya aldanarak senelerce yaşamıştır.

Morpheus : Bu bildiğin dünya, 20. yüzyılın sonundaki dünya. Şu anda sadece beyin etkileşimli bir simülasyonun parçası. Buna "Matrix" diyoruz. Bir hayal dünyasında yaşıyordun. Bu, bugünkü haliyle gerçek dünya... Gerçeğin çölüne hoşgeldin...

Filmin bu kareleri ile ilgili kitaplarımızda daha evvel yer alan yorumlardan bir kısmı şöyledir:

  • ... "Dış dünya"ya hiçbir zaman ulaşamadığımıza göre, bu dünyanın gerçekten var olduğunu nasıl bilebiliriz?

    Elbette ki bilemeyiz. Aksine, her nesne yalnızca algıların bir toplamı olduğuna, algılar da yalnız zihinde var olduklarına göre, bizim için var olan algılar dünyasıdır. Tanıdığımız tek dünya, zihnimizin içinde olan, orada çizilen, seslendirilen ve renklendirilen, kısacası zihnimizde meydana gelen bir dünyadır ve bizim varlığından emin olabileceğimiz tek dünya da budur.

    Beynimizde seyrettiğimiz algıların maddesel karşılıkları olduğunu ise asla ispatlayamayız. Bu algılar pekala "yapay" bir kaynaktan da geliyor olabilirler.

    Bunu şöyle bir örnekle zihnimizde canlandırabiliriz:

    Önce, beyninizi vücudunuzun dışına çıkarıp, cam bir kübün içinde suni olarak yaşattığımızı varsayalım. Bir de bunun yanına, her türlü elektrik sinyalinin üretilebildiği bir bilgisayar yerleştirelim. Sonra, herhangi bir ortama ait görüntü, ses, koku gibi verilerin elektrik sinyallerini yapay olarak bu bilgisayarda üretelim ve kaydedelim. Bu bilgisayarı elektrik kablolarıyla beyninizdeki algı merkezlerine bağlayalım ve burada kayıtlı olan sinyalleri beyninize gönderelim. Bu sinyalleri algıladıkça beyniniz (bir başka deyimle "siz"), bunların karşılığı olan ortamı görecek ve yaşayacaktır.

    Bu bilgisayardan beyninize, kendi görüntünüze ait elektrik sinyalleri de gönderebiliriz. Örneğin bir masada otururken algıladığınız bütün görme, işitme, dokunma gibi duyuların elektriksel karşılıklarını beyninize gönderdiğimizde, beyniniz kendisini bürosunda oturmakta olan bir iş adamı sanacaktır.

    Bilgisayardan gelen uyarılar devam ettikçe de bu hayali dünya devam edecektir. Yalnızca bir beyinden ibaret olduğunu ise hiçbir şekilde anlayamayacaktır. Çünkü beynin içinde bir dünya oluşması için beyindeki ilgili merkezlere gerekli uyarıların ulaşması yeterlidir. Bu uyarılar yapay bir kaynaktan, örneğin bir kayıt cihazından ya da daha farklı bir algı kaynağından geliyor olabilir. (Evrim Aldatmacası, II. Baskı, s. 206-207)


Algılarımızın Gerçekçi Olması Dış Dünyada Maddesel Karşılıkları Olduğunu Kanıtlamaz

Algılarımızın maddesel bir karşılığı olduğunu hiçbir zaman ispatlayamayız. Çünkü beynimizde algıların oluşması için dış dünyaya ihtiyacımız yoktur. Bugün -kitabın başında da değindiğimiz gibi- simülatörler gibi birçok teknolojik gelişme bu gerçeğin en önemli delilleridir. Filmin kahramanı Neo da, eğitim amaçlı girdiği simülasyon ortamını son derece gerçekçi bulmaktadır. Öyle ki dövüş esnasında gösterilecek başarının kasların gücüne bağlı olduğunu ve o ortamda gerçekten havayı soluyarak yaşadığını düşünmektedir. Halbuki gerçek bedeni bir koltukta bilgisayar sistemine bağlı olarak uzanmaktadır.

Tank : Savaş eğitimine ne dersin?

Neo : "Jujitsu". Jujitsu mu öğreneceğim?

Yükleme tamamlandıktan sonra...

Neo : Kung Fu biliyorum.

Morpheus : Göster bana.

Morpheus : Bu bir dövüş programı. Matrix'in programlanmış gerçeğine benziyor. Aynı temel kuralları var. Yerçekimi gibi. Bu kurallar bir bilgisayar sisteminin kurallarından farksız. Bazı kurallar değişebilir. Bazıları da çiğnenebilir.

Günümüzde de filmdekine benzer bir teknoloji kullanılarak kişilere, çok farklı mekanlarda yaşadıkları hissettirilebilmektedir. Ve bu insanlar gördükleri, duydukları, yaptıkları şeyler gerçekmişçesine tepkiler verebilmektedirler. Bazen bir oda büyüklüğündeki bir kübün tüm duvarlarına ve zeminine stereo görüntüler yansıtılır ve bu odaya giren kişiler, taktıkları stereo gözlüklerle, odada dolaşıp kendilerini bambaşka mekanlarda, örneğin bir şelale kenarında, bir dağın zirvesinde, denizin ortasındaki bir geminin güvertesinde görebilirler. Başa takılan kasklar üç boyutlu, derinlik ve mekan algısı olan görüntüler oluştururlar. Görüntüler insan boyutları ile orantılı olarak verilir ve eldiven gibi bazı aletlerle dokunma hissi sağlanır. Böylece bu aletleri kullanan kişi, gördüğü sanal dünyadaki eşyalara dokunabilir, onların yerlerini değiştirebilir. Bu mekanlarda insanın gördüğü görüntüdeki sesler de son derece inandırıcıdır. Ses her yönden, farklı derinliklere sahip olarak verilebilmektedir. Bazı uygulamalarda, dünyanın çok farklı yerlerindeki birkaç kişiye aynı sanal ortam gösterilebilmektedir. Böylece örneğin dünyanın farklı ülkelerinden, hatta farklı kıtalarından üç insan, kendilerini diğerleri ile birlikte bir sürat motoruna binerken ya da bir toplantı sonunda fikir alışverişinde bulunurken görebilirler.

Bu örnekler göstermektedir ki, bizim kendimizi bir mekanda görebilmemiz için dış dünyanın var olması şart değildir. Bizim dünya hakkında algıladığımız tüm hisler, görüntüler, tadlar ve kokular yapay bir kaynaktan da gelse, gerçekten var olsa da bizim bunu birbirinden ayırt etmemiz mümkün değildir. Biz her durumda yalnızca zihnimizin içinde yaşarız ve asla dışarıdaki maddenin aslına ulaşamayız.


Görüntüdeki Kalite, Detaylardaki Zenginlik Sizi Aldatmasın!

Filmin yine bir başka sahnesinde, simülasyon ortamında Neo'ya Matrix adındaki sanal dünya tanıtılır. Herşey gerçeğe son derece uygundur. Neo, sokakta yürüyen insanların trafik ışıklarında durduklarını, sonra da yeşil yanınca yürümeye devam ettiklerini görür. Hatta kalabalık içinden birinin omzuna çarptığını, vücudunun sarsıldığını hisseder.

Morpheus : Matrix bir sistemdir Neo... İçeride, etrafına baktığında ne görüyorsun? İş adamları, öğretmenler, avukatlar, marangozlar. Kurtarmaya çalıştığımız insanların zihinleri. Onları kurtarana dek, sistemin bir parçası olarak kalacaklar... Anlamalısın, bu insanların çoğu sistemden çıkmaya hazır değiller. İçlerinden çoğu sisteme o kadar umutsuzca bağlı ki onu korumak için savaşacaklar…

Neo'nun gerçekmişçesine etrafa bakındığı bir anda, Morpheus "durdur" emri verir ve bir anda etraflarındaki görüntü olduğu şekliyle donar. İnsanlar oldukları halleriyle kalakalırlar, havuzun akmakta olan suyu durur, kuş havada bulunduğu noktada asılı kalır. Bu görüntü üzerinde bir tek Morpheus ve Neo konuşmalarına devam etmektedirler. Neo çok şaşırır, fakat o zaman etrafındaki herşeyin yaşadığı hayalin bir parçası olduğunu, gerçekliğinin olmadığını daha iyi kavrar.

Morpheus : Durdur.

Neo : Bu Matrix değil mi?

Morpheus : Sana bir şey öğretmek için tasarlanmış bir program.

...Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır.
(İsra Suresi, 60)

Bu filmde yaşanan olayların insan yaşantısında da benzer şekilde olmadığını ispat etmek mümkün değildir. Bir kişi ne kadar inandırıcı detaylarla dolu bir mekanda olsa da bunları sadece kendi zihninde yaşamaktadır. Kendi dışında bu olayların, mekanların, kişilerin asılları varsa da bunlara ulaşamaz. Bu konuyu açıklayan izahlarımızdan bazıları şöyledir:

  • İnsan, bir nevi ekranda 3 boyutlu, son derece net, son derece gerçekçi bir film seyretmektedir. Bu ekrana adeta yapışık olduğundan bir türlü filmden sıyrılıp, içinde bulunduğu durumu göremez. (Sonsuzluk Başlamış Durumda, s. 43)
  • … madde dünyası olsa da olmasa da, insan sadece beynindeki algılar dünyasını izler. Maddelerin asılları ile hiçbir zaman karşılaşamaz. Dahası, her insana kopyasını görüyor olmak yetmektedir. Örneğin, rengarenk çiçeklerle bezenmiş bir bahçeyi gezen bir insan, gerçekte bu bahçenin aslını değil, beynindeki kopyasını görür. Ancak, bu bahçe o kadar gerçekçidir ki, her insan bu hayalinde oluşan bahçeden gerçekmiş gibi aynı zevki alır. Hatta bugüne kadar milyarlarca insan, bu bahçe gibi gördüğü herşeyin aslını gördüğünü sanmıştır… (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 48)
  • Allah, kusursuz ve saymakla bitmeyecek kadar çok detaya sahip olan evreni, her an, eksiksiz olarak yaratmaktadır. Üstelik bu yaratış o kadar kusursuzdur ki, yeryüzünde bugüne kadar var olmuş milyarlarca insan, bu evrenin ve gördükleri herşeyin bir hayal olduğunu anlayamamışlar, hep maddenin aslı ile muhatap olduklarını sanmışlardır. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 91)
  • Bazı insanların otobandan hızla geçen bir otobüsü veya bu otobüsün sebep olduğu bir kazayı, maddenin fiziksel varlığı ile muhatap olduklarının çarpıcı bir delili sanmalarının nedeni, görüntünün insanı aldatacak kadar gerçekçi görülmesi ve hissedilmesidir. Mekan görüntülerindeki, örneğin otobandaki derinlik ve perspektifin kusursuzluğu, mekanda görülen cisimlerin renk, şekil, gölge olarak mükemmelliği, ses, koku ve sertlik hislerinin çok net olması ve görüntünün içinde bir mantık bütünlüğü bulunması kimilerini yanıltabilmektedir. Ve bazı insanlar bu olaylar neticesinde bunların algı olduğunu unutabilmektedir. Ama zihinde meydana gelen algılar ne kadar eksiksiz ve mükemmel olursa olsun, bunların birer algı olduğu gerçeği değişmeyecektir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 178-179)

Fizik Kanunları da Algılarımızın Bir Yorumudur

Morpheus, Neo'nun maddenin aslına ilişkin gerçekleri kavraması için pek çok yöntem denemekte ve ona pek çok delil sunmaktadır. Bir önceki bölümde eğitimin bir parçası olarak, Matrix adlı sistemin bir kopyasında görüntünün dondurulduğunu, böylece gerçek gibi görünen herşeyin aslında sanal bir gerçeklik olduğunu gösterdiğini anlatmıştık. Neo'nun buradaki eğitimi, şu konuşmalarla devam eder:

Neo : Onlar ne?

Morpheus : Duyusal programlar. Sisteme bağlı kalarak her türlü yazılıma girip, çıkabilirler. Sistemden çıkarmadığımız herkes potansiyel bir ajandır. Matrix'in içinde neredeyse herkes bir ajan ya da değil. Onlardan saklanarak ve kaçarak hayatta kaldık ama onlar kapı bekçileri. Tüm kapıları tutmuşlar. Anahtarlar onlarda. Er ya da geç, birisinin onlarla savaşması gerekecek.

Neo : Birisi mi?

Morpheus : Sana yalan söylemeyeceğim. Bir ajana karşı gelip, onunla savaşan herkes, canından oldu. Onların yapamadıklarını sen yapacaksın.

Neo : Neden?

Morpheus : Bir duvarın içinden yumruk atan ajanlar gördüm. İnsanlar onlara bir şarjör boşalttı; ancak sadece havayı vurdular. Güçleri ve hızları, kurallara dayalı bir dünyaya bağlı. Bu yüzden senin kadar hızlı ve güçlü olamazlar.

Neo : Ne söylemeye çalışıyorsun? Kurşunları tutabileceğimi mi?

Morpheus : Hayır Neo. Demek istediğim şu: Hazır olduğunda buna gerek kalmayacak.

Yukarıdaki konuşmalarda da Morpheus, Neo'ya sürekli olarak fizik kurallarıyla düşünmemesini öğütlemektedir. Matrix adlı sistemde "ajan" olarak tanınan güvenlik görevlileri, sistemdeki sanal karakterlerin bedenlerini kullanarak herşeye hakim olabilmektedirler. Ancak bu sistemin zihinlere gösterilen yapay bir dünya olmasından ötürü, Neo'nun en imkansız gibi görünen şeyleri de başarabileceği anlatılmaktadır.

İleriki sahnelerde ise filmdeki karakterlerin gerektiğinde insanüstü bir performans sergileyebildikleri görülmektedir. Bunu son derece gerçekçi bir şekilde yaşamaktadırlar. Ancak bu, aslında bilgisayar tarafından beyinde yaşatılan hayallerden ibarettir. Filmin kahramanı Neo bu heyecan verici olayları yaşadığını zannederken, aslında koltuğunda oturmaktadır.

Diğer taraftan Morpheus, Neo'nun zihnini, yaşamı boyunca edindiği önyargılardan, aldığı telkinlerden kurtarmaya -filmdeki ifadesiyle zihnini özgürleştirmeye- çalışmaktadır. Bu amaçla her iki oyuncu da bir atlama programına bağlanırlar. Burada Morpheus, birbirinden uzak ve son derece yüksek binalar arasında adeta uçuyormuş gibi atlar ve Neo'nun da zihnini özgürleştirdiği (yani önyargılarından kurtulduğu) takdirde bunu başarabileceğini söyler. Ancak Neo bir bilgisayar programında olduğunu bildiği halde, kendini fizik kurallarına bağlı düşünmekten alıkoyamamaktadır. Diğer bir deyişle gerçek olmayan bir ortamı, çok fazla önemseyerek atlarken düşeceğinin korkusunu yaşamaktadır.

Önceki sayfadaki karelerde de Neo'nun bu yüksek binalar arasında atlamayı denerken, atlayamayacağına dair tereddüt ve korku duymasıyla birlikte beton zemine düşüşü görülmektedir.

Filmde bilimkurgu unsurlar olmakla birlikte, verilen mesajlar son derece düşündürücüdür. Örneğin maddenin ve mekanın hayal olduğunu anlayan bir kişi, diğer insanların bilmediği çok önemli bir sırrı daha kavrar: Dünyada geçerli olan sebep-sonuç ilişkileri, maddenin fiziksel özelliklerinin sonucunda veya insanlar arasındaki ilişkilerin neticesinde oluşmamaktadır. Madde bir algı olduğuna göre fiziksel bir etkiye sahip olamaz. Her fiziksel etki, ayrı ayrı olarak yaratılır. Örneğin atılan bir taş camı kırmaz; taşın atılması ve camın kırılması görüntüleri ayrı ayrı yaratılır. Gemileri suda yüzdüren "suyun kaldırma kuvveti" veya kuşları havada tutan "havanın kaldırma kuvveti" de birer algı olarak yaratılır. Dolayısıyla aslında bu gibi "kuvvetler"in hepsi, gerçekte bunları yaratan Allah'a aittir.

Nitekim filmde de bu gerçekleri öğrenen başrol oyuncusu, bilgisayara bağlı bir koltukta uzanırken, Matrix olarak anılan sanal dünyaya girdiğinde, fizik kanunlarının dışında hareketler yapabildiğini görür. Örneğin yandaki karelerde görüldüğü gibi kendini kurşunlara hedef olmayacak kadar olağandışı bir hızla hareket ederken bulmaktadır. Üstelik herşey öylesine gerçekçidir ki, aktör gözünü koltukta açtığında hala büyük bir şaşkınlık yaşamaktadır. Bu da bir ortamı insanlara yaşatmak için dışarıdaki somut gerçekliğe ihtiyaç olmadığının çok önemli bir kanıtıdır.

Maddenin aslı konusunu anlattığımız eserlerde bu konu üzerinde de durmuş ve fizik kurallarının da zihinde meydana geldiğini şöyle anlatmıştık:

  • Allah, bize yaşadığımız görüntüleri, bir sebep sonuç ilişkisi içinde, bazı kanunlara bağlıymış gibi gösterir. Örneğin, gece ile gündüz, bizim beynimizde oluşan görüntülerdir. Ve biz gece ile gündüzün Güneş'e ve Dünya'nın hareketlerine bağlı olarak değiştiğini algılarız. Örneğin beynimizin içindeki görüntüde Güneş en tepedeyken, öğle saati olduğunu biliriz ve Güneş batarken de havanın karardığına şahit oluruz. Allah, evrene ait algıları yaratırken, bu sebep sonuç ilişkisi ile birlikte yaratmıştır. Hiçbir zaman Güneş battığı halde gündüzü yaşamayız. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 199)
  • Beynimizin içindeki hayalde, elimizden bıraktığımız bir kalem hep yere düşmektedir. Buna neden olan sebep sonuç ilişkisinin araştırılması neticesinde "yerçekimi kanununu" buluruz. Allah, ruhumuza izlettirdiği görüntüleri belli sebeplere ve kanunlara bağlıymış gibi göstermektedir. Bu sebeplerin ve kanunların yaratılmasının bir nedeni, hayatın imtihan için yaratılmış olmasıdır. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 200)
  • Allah tüm bu algıları, hiçbir kanuna ve sebebe ihtiyaç duymadan yaratmaya güç yetirendir. Örneğin Allah, tohum olmadan bir gülü yaratabilir, bulut olmadan yağmur yağdırabilir ya da Güneş olmadan gölgeyi, geceyi ve gündüzü yaratabilir. Allah Furkan Suresi'nin 45-47. ayetlerinde önce gölgeyi yarattığını, sonra da Güneş'i ona delil kıldığını bildirmektedir. Rüyalarımız bu yaratılışı daha iyi kavrayabilmemiz için iyi bir örnektir. Rüyamızda Güneş'in maddesel bir karşılığı olmadığı halde, Güneş'in verdiği ışığı, ısıyı, aydınlığı aynı gerçek hayattaki gibi hissederiz. Bu yönleriyle rüyalar, Allah'ın, Güneş olmadan da Güneş'e ait hisleri zihnimizde yaratabileceğinin göstergelerinden biridir. Ancak Allah yarattığı imtihan ortamında insanlar için herşeyin bir sebebini de yaratmıştır. Gündüzün sebebi Güneş'tir, yağmurun sebebi ise buluttur. Bunların tümü, beynimizde Allah'ın ayrı ayrı var ettiği görüntülerdir. Bir sebebin sonuçtan önce yaratılması ile de, Allah, bu imtihan ortamında herşeyin belli kanunlarla işlediğini düşünmemizi ve bu şekilde bilimsel araştırma yapmamızı sağlamaktadır. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 202-203)

    Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra Biz Güneş'i ona bir delil kılmışızdır.
    (Furkan Suresi, 45)

  • Allah, yarattığı görüntüleri belli sebeplere bağlıymış gibi gösterir. Örneğin bir elma dalından koptuğunda hep yere düşer, hiçbir zaman göğe doğru yükselmez veya havada asılı kalmaz. Allah'ın yarattığı bu sebeplerin ve kanunların araştırılması ise bilimin konularını oluşturur... (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 201)
  • Allah, sebep olmadan da sonucu yaratmaya güç yetirendir. Örneğin rüyasında Güneş olmadığı halde Güneş'in ışıklarıyla ısındığını hisseden bir insan bunun bir delilidir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 202)